Kelimenin Fesâhatı
Kelimenin fesâhatı, تَنَافُرُ الحُرُوف tenâfuru’l-hurûf denilen harflerin uyumsuzluğundan, الغَرَابَة garâbet denilen sözün anlaşılmazlığından ve مُخاَلفَةُ القِيَاَس muhâlefetu’l-kıyâs denilen gramer kurallarına aykırı olmaktan sâlim olmasıdır.
1- Tenâfuru’l-hurûf : تَنَافُرُ الحرُوف Tenâfür kelimesi lügatte ürkmek anlamına gelir. Istılahta, çıkış noktaları aynı ya da birbirine yakın harflerin aynı sözcükte bulunması sebebiyle lisana ağır gelmesi, dolayısıyla telaffuzun güçleşmesi anlamına gelir. Türkçe’de yaptırttık, koşullaştırılmışlık, kırktırttırdım gibi kelimeler bu olguyu karşılayabilir. Yine Nâbî’nin: “Letâfet kat kat olmuş ârızında nesterenlenmiş” mısraındaki “nesterenlenmiş” kelimesi de tenâfuru’l-hurûf kabilindendir.
Eski kitaplarda tenâfuru’l-hurûf ’ a örnek olarak İmriu’l-Kays’ın (m. 530) sevgilisi Uneyze için söylediği aşağıdaki yaygın örnek verilmektedir: غَدَائِرُهُ مُسْتَشْزِرَاتٌ إِلَى الْعُلَى (Onun saçının) örgüleri, yukarıya doğru toplanmış örneğindeki مُسْتَشْزِرَاتٌ kelimesi. غَدَائِر Gadâir kelimesi غَديرَةٌ Gadîra kelimesinin çoğulu olup, saç örgüsü demektir. مُسْتَشْزِرَاتٌ Müsteşzirât kelimesi ise toplanmış, bağlanmış demektir. Görüldüğü gibi bu kelimenin telaffuzunda, yakın mahreçli harflerin yan yana gelmesinden kaynaklanan bir telaffuz zorluğu bulunmaktadır. Şair bu beyitte sevgilisinin örülmüş saçlarını vasfetmektedir. Eğer مُسْتَشْزِرَاتٌ yerine aynı anlam ve vezindeki مُستَشْرِفَاتٌ kelimesi kullanılsaydı bu zorluk olmayacak, dolayısıyla tenâfür de kalkacaktı.
Bu konuda diğer bir örnek de devesinin ne durumda olduğu sorulan bir bedevinin: تَرَكْتُهَا تَرْعَى الهِعْخَعَ ‘Onu hi’ha’ (deve dikeni) otlamak üzere bıraktım. ’ şeklinde verdiği cevabındaki الهِعْخَع lafzı verilir. 4Görüldüğü gibi buradaki tenâfür, kelimede yer alan harflerin hepsinin boğaz harflerinden meydana gelmiş olması sebebiyledir.
2- Garâbet : الغَرابة Anlamın açık olmaması, sözün anlaşılmaması demektir. Îrâd edilen sözde, manası herkesçe bilinmeyen bir kelimenin kullanılmasıdır. Garâbet, garâbeti makbûl olan anlamında garîb-i hasen ve garâbeti çirkin anlamındaki garîb-i kabîh olmak üzere iki kısımda incelenmektedir. Garîb-i hasen, kullanımı Araplar nezdinde makbul sayılan türden garabettir. Garîbu’l-Kur’ân ve Garîbu’l-Hadîs’te yer alan lafızlar bu katagoriye girer. Garîb-i kabîh ise, aşağıda vereceğimiz örneklerde görüleceği üzere kesinlikle kabul edilemez türden olan garâbettir. Bu tür garâbet, içinde yer alan kelimelerin anlaşılması için lügata ihtiyaç duyurur. Örneğin, Îsâ b. Ömer’in eşeğinden düşmesi üzerine çevresine toplanan insanlara söylediği: مَا لَكُمْ تَكَأْكَأْتُمْ عَلَيّ كَتَكَأكُئِكُم عَلَى ذِي جِنَّةٍ افْرَنق َعُوا عَنٍّي. Size ne oluyor da cinnet geçirmiş birinin başında toplandığınız gibi üzerime çullandınız, dağılın başımdan! sözü bu türdendir. Oysa şair, beyitte تَكَأْكَأَ kelimesi yerine kullanımı daha yaygın ve aynı anlama gelen اجْتَمَعَ ve yine افْرَنْقَعَ kelimesi yerine yine kullanımı daha yaygın ve aynı anlama gelen انْصَرَفَ veya تَنَحَّوا kelimelerini kullanabilirdi. Oysa bu tür lafızların garabetlerinin yanı sıra kulağa da ağır geldiği gözlemlenmektedir. Türk edebiyatında da manası herkesçe bilinmeyen bu tür garîb kelimeler bekleyen asker anlamında olup manası herkesçe bilinmediğinden garib sayılmıştır.
3- Muhâlefetu’l-kıyâs : مُخاَلفَةُ القيَاس Muhâlefetu’l-Kıyâs, yaygın olan gramer kurallarına aykırı olma halidir. Buna genellikle örnek olarak Ebû Necm’e isnâd edilen şu ifade verilir: اَلْحَمْدُ للّٰهِ الْعَلِيِّ الأَجْلَلِ Hamd , ulu ve yüceler yücesi Allah ’a mahsustur. Burada اَلأَجْلَل ِ kelimesi ( الأَجَلِّ el-ecell şeklinde) idğamlı olması gerekirken الأَجْلَلِ el-eclel olarak idğamsız olarak zikredilmiştir. Ziyâ Paşa’nın şu beyitinde de kıyâsa muhalefet vardır: “Her şahsi harîm-i Hak’a mahrem mi sanırsın/Her tâc giyen çulsuzu Edhem mi sanırsın” Birinci mısrada geçen “Hak’a” kelimesi şeddeli olması gerekirken vezne uydurmak için şeddesiz zikredilmiştir. 51 Bu üç hususun haricinde kelimenin fesahatini bozan diğer dördüncü bir husus vardır ki bu da kelimenin kulağa ağır gelmesidir. Belâgatçılar arasında ihtilaflı olan bu mevzuyu da burada zikretmek istiyoruz.
4- Kulağa hoş gelmeme si: الثِّقَلُ عَلَى السَّمْع Kulağa hoş gelmemeden maksat, kullanılan kelimenin kaba ve galiz olması demektir. إِطْلَخَمَ الأَمْرُ İş büyüdü, cümlesinde olduğu gibi. Burada kulağa ağır gelen ve zevk-i selimin kerîh gördüğü إِطْلَخَمَ yerine عَظُمَ fiili kullanılabilirdi. Yine el-Mütenebbî’nin كَرِيمُ الْجِرِشَّي شَرِيفُ النَّسَب Şahsiyeti saygın, soyu şereflidir. 52 beyitinde geçen الْجِرِشَّي kelimesi ile ilgili durum da buna benzerdir. Burada şair النَّفْس yerine kulağa ağır ve kaba gelen الجِرِشَّي kelimesini kullanmıştır. 53 Bununla beraber bu dördüncü hususun belâgatçılar arasında tartışmalı bir mesele olduğunu da burada ifade etmek gerekir.